A. Giriş
Günümüzde yapay zeka teknolojileri, iş dünyasından günlük hayata kadar birçok alanda köklü değişimlere yol açmaktadır. Sağlık, finans, hukuk, eğitim, ulaşım ve daha pek çok sektörde yapay zeka tabanlı çözümlerin kullanımı giderek artmaktadır. Bu durum, verimlilik ve hız anlamında büyük avantajlar sağlarken, aynı zamanda yeni hukuki sorumluluk alanlarını da beraberinde getirmektedir. Yapay zeka sistemlerinin karar verme süreçlerine insan müdahalesinin azalması, olası hataların ortaya çıktığında suçun veya sorumluluğun kimde olduğuna dair önemli sorular doğurmaktadır.
İşbu bilgi bülteni, yapay zeka ve hukuki sorumluluk arasındaki ilişkiyi derinlemesine ele alarak olası riskler ile çözüm önerilerini kapsamlı bir şekilde ortaya koyacağız. Hukuki sorumluluk konusundaki bu tartışmalar, sadece hukukçuların değil, yapay zeka teknolojileriyle ilgili tüm tarafların (mühendisler, girişimciler, yöneticiler, eğitimciler vb.) ilgisini çekecek niteliktedir.
B. Yapay Zekanın Hukuksal Zeminine Genel Bakış
Bilişim hukuku, içerisinde pek çok farklı disiplini bir araya getiren geniş bir çerçeveyi ifade etmektedir. Yapay zekanın uygulama alanlarının artması, fikri mülkiyet haklarından veri korumasına ve hukukun birçok alanına uzanan bir yelpazede, mevcut hukuki kuralların yeniden yorumlanması ve bazen de güncellenmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Geleneksel hukukun tanımları ve sorumluluk modelleri, makine öğrenimi ve büyük veri (“Big Data”) analizi ile ortaya çıkan yeni risk ve fırsatların karşısında yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenle yasa koyucular, uygulayıcılar ve geliştiriciler, yapay zekanın dinamik doğasıyla uyumlu olacak şekilde mevzuat ve içtihatları güncel tutmak zorundadır.
Bu kapsamda, veri koruma ve gizlilik başlığı, yapay zeka teknolojilerinin en kritik yönlerinden birini temsil etmektedir. Yapay zeka sistemleri, doğru sonuçlar veya öngörüler üretebilmek için çok sayıda veriyi işlemek durumundadır. Ancak bu veriler çoğu zaman kişisel veya hassas nitelikli olabileceğinden, Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (“GDPR”) gibi düzenlemeler çerçevesinde yüksek seviyede korumaya tabi tutulmaktadır. Yapay zeka geliştiricilerinin ve kullanıcılarının, veri işleme süreçlerinde hukuka uygun hareket etmesi, bir yandan yasal sorumluluklarının yerine getirilmesi, diğer yandan toplumsal ve kurumsal güvenin sağlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, fikri mülkiyet hakları noktasında yapay zeka tarafından üretilen eserlerin telif hakkının kime ait olduğu meselesi, henüz tam olarak çözüme kavuşmamış bir tartışma alanıdır. Geliştiricilerin, yapay zekanın yarattığı içerikler üzerindeki haklarını korumak isterken, aynı zamanda etik ve hukuki boyutları da dikkate alması gerekmektedir.
Diğer taraftan, sözleşme hukuku ve sorumluluk meselesi, yapay zeka sistemlerinin ticari ve hukuki ilişkilere entegre olduğu alanlarda giderek daha önemli hale gelmektedir. Yapay zeka tabanlı sözleşme yönetim sistemleri, tarafların ilişkilerini daha hızlı, doğru ve etkin bir biçimde düzenlemeye yardımcı olsa da oluşabilecek hata veya yanlış yönlendirme durumlarında sorumluluğun tespiti çoğu zaman karmaşık bir hal almaktadır. Burada, yapay zeka yazılımını geliştiren şirketten hizmet sağlayıcıya ve son kullanıcıya kadar uzanan bir sorumluluk zinciri oluşmaktadır. Bu zincirin hangi halkasında hangi yükümlülüklerin bulunduğunun net bir şekilde belirlenmesi, ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların daha adil ve hızlı şekilde çözüme kavuşturulmasını sağlar. Dolayısıyla yapay zekanın hukuki boyutları, yalnızca teknik ve ekonomik gelişmeler ışığında değil, aynı zamanda etik ve toplumsal değerlerin korunması odağında da incelenmek durumundadır.
C. Yapay Zeka Karar Alma Süreçlerinin Hukuki Boyutu
Özellikle insan müdahalesine ihtiyaç duymadan karar verebilen otonom sistemlerin hayatımıza hızla dâhil olmasıyla birlikte daha fazla tartışılmaya başlanmıştır. Günümüzde yapay zeka teknolojileri; sağlık, finans, hukuk gibi yüksek riskli veya stratejik alanlarda önemli roller üstlenebilmekte ve belirli ölçülerde insan kontrolünü devre dışı bırakabilmektedir. Bu durum, bir yandan verimlilik ve hız sağlarken, diğer yandan olası hatalı kararların ortaya çıktığı durumlarda sorumluluğun kimde olduğuna dair belirsizlikleri de beraberinde getirmektedir. Zarar gören tarafların, haklarını hangi kuruma veya kişiye karşı ileri sürecekleri hususu çoğunlukla yoruma açık kalmakta ve konuyla ilgili düzenlemelerin henüz yeterince gelişmemiş olması, yargısal süreçlerde zorluklara yol açmaktadır.
Bu belirsizlik, iki temel başlık altında değerlendirilebilir. İlk olarak, kararın tamamen otonom biçimde mi verildiği, söz konusu sorumluluk analizinde kritik bir rol oynamaktadır. Eğer yapay zeka sistemi, dışarıdan hiçbir insan müdahalesi olmaksızın karar alıyor ve bu kararın sonucunda bir zarar meydana geliyorsa, kusur veya sorumluluk büyük ölçüde bu yapay zekayı tasarlayan, programlayan veya pazarlayan kuruma yöneltilebilir. Ancak bu durumun ispatı, yapay zekanın tasarım sürecinde kullanılan algoritmaların şeffaflığı ve izlenebilirliği ile doğrudan ilişkilidir. Diğer yandan, insan denetiminin bulunup bulunmadığı ve var ise ne ölçüde işlediği de ayrı bir değerlendirme konusudur. Eğer karar alma aşamasında hekim, finans uzmanı veya benzeri bir uzman, yapay zekanın önerilerini sadece tamamlayıcı bir araç olarak kullanıyorsa; hatalı bir karar sonucu doğan zararın paylaşımı, yapay zeka geliştiricisi, uzman kişi ve kurum arasında farklı yüzdelerde dağıtılabilir.
Örneğin, sağlık sektöründe bir tıbbi tanı destek sistemi hekime önerilerde bulunuyor, ancak son kararı hekim veriyor olabilir. Hatalı teşhis kaynaklı bir dava söz konusu olduğunda, mahkeme, hekim müdahalesinin kapsamını, yapay zekanın karar önerilerindeki doğruluk payını ve hastane yönetiminin gözetim yükümlülüklerini detaylı biçimde inceleyecektir. Benzer şekilde, finans sektöründe yatırım veya kredi kararları alan yapay zeka destekli algoritmaların verdiği sonuçlar tartışma konusu olabilir. Bu gibi durumlarda, kusuru ispatlama süreçlerinin zorluğu, yapay zekanın “kara kutu” niteliğine ve taraflar arasında yapılan sözleşmelerde sorumluluk paylaşımlarının ne kadar açık biçimde düzenlendiğine göre değişiklik gösterecektir.
Dolayısıyla yapay zekanın karar alma süreçlerindeki sorumluluk değerlendirmesi, yalnızca teknik boyutu değil, aynı zamanda hukuki, etik ve sözleşmesel yükümlülükleri de kapsamlı bir şekilde ele almayı gerektirmektedir.
D. Ürün Sorumluluğu ve Yapay Zeka
Ürün sorumluluğu ve yapay zeka konusunun birleştiği noktada, geleneksel ürün sorumluluğu artık yalnızca somut ürünlere odaklanmaktan çıkıp, yazılım ve dijital hizmetleri de kapsayacak şekilde genişlemesi gerektiği açıkça görülmektedir. Yapay zeka tabanlı sistemlerin, örneğin bir otonom araç veya akıllı ev asistanı şeklinde somut bir ürünün parçası olarak ya da tamamen çevrimiçi bir hizmet olarak kullanılması mümkündür. Bu durum, sorumluluğun belirlenmesi aşamasında çok katmanlı bir yapı ortaya çıkarmaktadır. Çünkü geliştirici, dağıtıcı veya son kullanıcı gibi farklı paydaşlar, zararın meydana geldiği duruma bağlı olarak birbirinden farklı sorumluluk derecelerine sahip olabilir.
İlk katmanda yer alan üretici/geliştirici sorumluluğu, yapay zeka sistemini tasarlayan ve geliştiren tarafın, özellikle algoritmanın oluşturulması, sistemin eğitilmesinde kullanılan verilerin doğruluğu ve güncelleme süreciyle ilgili yükümlülüklerini kapsamaktadır. Örneğin, bir otonom araç yazılımının güvenlik standartlarını karşılamaması veya yapay zeka modeline yanlış verilerin entegre edilmesi sebebiyle meydana gelen kazada, üreticinin kusurunun varlığı sorgulanacaktır. İkinci katmanda bulunan dağıtıcı/satıcı sorumluluğu, yapay zeka tabanlı ürünü son kullanıcıya ulaştıran paydaşın gerekli bilgilendirme, uyarı ve bakım hizmetlerini yerine getirip getirmediğine bağlı olarak şekillenir. Satıcının, ürünü tanıtırken veya satış sonrasında güncellemeler konusunda müşterileri bilgilendirmemesi, kusur veya sorumluluk kaynağı olabilir. Üçüncü katmanda yer alan kullanıcı sorumluluğu ise, son kullanıcının ürünle etkileşimi sırasında kendi davranışlarının veya ihmalinin zarara yol açtığı durumları kapsar. Kullanım kılavuzuna uyulmaması, düzenli bakımın yapılmaması veya sistem uyarılarının göz ardı edilmesi gibi durumlar, kullanıcıya atfedilebilecek hatalardır.
Tüm bu farklı sorumluluk katmanlarının bir arada değerlendirilmesi, ürün sorumluluğunda yapay zekaya uyarlanmasında belirleyici olacaktır. Avrupa Birliği’nin “Yapay Zeka Yasası” (“AI Act”) taslağı gibi yeni düzenlemelerin temel amaçlarından biri de bu katmanlı yapıya açıklık kazandırmak ve tarafların hangi koşullarda sorumlu tutulacağını netleştirmektir. Zira yapay zeka teknolojilerinin önlenemez yükselişi, sadece teknik yenilikleri değil, aynı zamanda güvenlik, tüketici hakları ve hukuki istikrar bakımından da yeni bakış açılarını gerekli kılmaktadır. Bu kapsamda yasal metinlerin, hem geleneksel ürün sorumluluğu ilkelerini koruyacak hem de yapay zeka teknolojilerinin belirsiz ve dinamik doğasını gözetebilecek esneklikte düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır.
E. Etik İlkeler ve Hukuki Düzenlemeler
Yapay zeka teknolojilerinin toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini anlamak ve doğru yönlendirmek açısından son derece kritiktir. Yapay zekanın hızla gelişmesiyle birlikte, sistemlerin tarafsızlığı, önyargılardan arındırılması ve insan onuruna saygı gibi temel etik ilkeler, artık yalnızca akademik veya felsefi bir tartışma konusu olmaktan çıkarak, hukuki yaptırımlarla desteklenmesi gereken bir alana dönüşmektedir.
Bu nedenle gerek ulusal mevzuat oluşturulurken, gerekse uluslararası düzenleyici otoriteler, yapay zekanın sorumlu ve güvenilir şekilde geliştirilmesi ve uygulanması için yeni kurallar koyma ve var olan düzenlemeleri güncelleme çabası içindedir.
Bu çerçevede, veri seti önyargıları, şeffaflık ve hesap verebilirlik ile insan odaklı yapay zeka ilkesi gibi prensipler öne çıkmaktadır. Örneğin, makine öğrenimi modellerinin eğitildiği veri setlerinde mevcut olan cinsiyet, ırk veya etnik köken temelli önyargılar, yapay zekanın çıktılarına doğrudan yansıyabilir ve ayrımcılık yasağını ihlal edici sonuçlar doğurabilir. Buna ek olarak, “kara kutu” olarak nitelendirilen algoritmaların, sonuca nasıl ulaştıklarını açıklayamaması, zarar gören kişilerin hak arama yollarını zorlaştırır. Bu nedenle yapay zeka geliştiricileri, belirli seviyede şeffaflık ve izlenebilirlik sağlama yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. Ayrıca kritik kararlar (ceza hukuku, sağlık, finans vb.) alan yapay zeka sistemlerinde insan denetiminin tamamen ortadan kalkması, etik açıdan kabul edilemeyeceği gibi hukuki açıdan da riskli bir durum oluşturur. Avrupa Birliği ve birçok ülke, bu tip sistemlerde “insan denetimi gerekliliği” ilkesini mevzuatlarında öne çıkarmaktadır.
Sonuç olarak, etik ilkelerin hukuka yansımaması, yapay zeka uygulamalarının yol açabileceği zarar ve mağduriyetleri artırabilir. Bu yüzden, yasa koyucuların ilgili düzenlemeleri güncel tutarak yapay zeka alanındaki gelişmeleri yakından izlemesi son derece önemlidir. Teknoloji şirketleri ise, geliştirdikleri yapay zeka ürünlerinde sorumlu Ar-Ge anlayışını benimseyerek, sistemin tasarım aşamasından itibaren etik ve hukuki gereklilikleri göz önüne almalıdır. Böylelikle yapay zeka teknolojilerinin, insan haklarıyla uyumlu, önyargısız, şeffaf ve hesap verebilir biçimde toplumsal hayata entegre edilmesi mümkün olacaktır.
F. Sağlık, Finans ve Hukuk Sektörlerinde Yapay Zeka Uygulamaları
Yapay zeka teknolojilerinin yüksek risk ve uzmanlık gerektiren alanlarda artan kullanımı, özellikle sağlık, finans ve hukuk sektörlerinde önemli fırsatlar ve tehditler doğurmaktadır. Sağlık alanında kullanılan yapay zeka tabanlı tanı ve tedavi destek sistemleri; radyoloji, patoloji ve genetik gibi alt dallarda oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Fakat bu tür sistemlerde yaşanabilecek hata veya veri ihlalleri, hastaların doğrudan sağlığı ve mahremiyetiyle ilgili kritik durumlar yaratabilir. Hatalı teşhis sonucunda ortaya çıkan zararlar, tıbbi malpraktis davalarının artışına zemin hazırlarken; hassas hasta verilerinin ihlali, veri koruma mevzuatının derinlemesine incelenmesi gereken bir hukuk sorunu hâline gelmektedir.
Finans sektöründe, bankalar ve finans kurumları, kredi değerlendirme ve risk analizi süreçlerinde yapay zekadan giderek daha fazla yararlanmaktadır. Örneğin, kredi başvurularının hızla değerlendirilmesi veya yatırım danışmanlığında Robo-Advisor’ların (“Robo-Danışman”) kullanılması, verimliliği ve müşteri deneyimini iyileştirse de; önyargılı veri setleri veya algoritmalar, haksız kredi reddi, yüksek faiz uygulaması ya da yanlış yatırım tavsiyeleri gibi sorunlara yol açabilir. Bu durumda, ayrımcılık veya sözleşme ihlali temelinde hukuki uyuşmazlıklar kaçınılmaz hale gelebilir ve bankalar, finans kurumları veya yapay zeka uygulamasını geliştiren şirketler kusurun derecesine göre sorumluluk üstlenmek zorunda kalabilir.
Hukuk sektöründe ise yapay zeka tabanlı otomasyon sistemleri, davaların daha etkin yönetilmesine ve basit hukuki süreçlerin hızla sonuçlandırılmasına katkı sağlamaktadır.
Bununla birlikte, yapay zeka destekli araçların sunduğu hukuki danışmanlığın eksik veya yanlış olması, kullanıcıların mağduriyetine veya dava süreçlerinde aksaklıklara sebep olabilir. Özellikle avukatların ve hukuk bürolarının bu sistemleri kullanırken hata payını göz önünde bulundurması hem mesleki hem de hukuki sorumluluklarının korunması açısından büyük önem taşır. Tüm bu sektörlerde yaşanabilecek olumsuz durumlar, yapay zekanın doğru tasarlanması, veri setlerinin özenle seçilmesi ve etik-hukuki çerçevelerin titizlikle uygulanmasıyla en aza indirilebilir.
G. Hukuki Düzenlemeler ve Gelecek Perspektifi
Yapay zekanın giderek artan kullanım alanları ve derinleşen etkisi, küresel ölçekte kapsamlı düzenlemelerin geliştirilmesi ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Farklı ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, yapay zeka teknolojilerinin getirdiği risk ve fırsatları değerlendirerek, hukuk sistemlerine entegre edilebilecek yeni kurallar ve standartlar üzerinde çalışmaktadır. Bu çalışmaların temel amacı, yapay zekanın güvenli, etik ve hukuka uygun biçimde kullanılmasını sağlamak; aynı zamanda inovasyonun da önünü kapamadan toplumsal faydayı gözetmektir.
Avrupa Birliği, “Yapay Zeka Yasası” (“AI Act”) Taslağı ile dikkat çekmektedir. Bu taslak, yapay zeka uygulamalarını “yüksek risk”, “orta risk” ve “düşük risk” şeklinde sınıflandırarak her kategoriye farklı seviyelerde denetim ve kurallar öngörmektedir. Örneğin, sağlık, ulaşım ve kamu hizmetleri gibi kritik alanlarda kullanılan yapay zeka uygulamaları, yüksek risk kategorisine girmektedir ve daha katı standartlara tabi tutulmaktadır. Böylece, bu sistemlerin hata yapması durumunda oluşabilecek zararların hızlı ve etkili şekilde giderilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca taslak, yapay zeka uygulamalarının geliştirilmesi ve kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek etik ve veri koruma sorunlarına yönelik kapsamlı yaptırımlar öngörmektedir. Bu yaptırımlar, uygulayıcılar ve geliştiriciler üzerinde caydırıcı bir etki yaratmayı amaçlayarak, yapay zeka teknolojilerinin sorumlu biçimde geliştirilmesini teşvik etmektedir.
Bunun yanı sıra, standartlar ve sertifikasyon süreçleri de yapay zeka alanında giderek önem kazanmaktadır. Uluslararası standart kuruluşları ve sektör bazlı konsorsiyumlar, yapay zeka ürünlerini ve hizmetlerini etik, teknik ve güvenlik kriterleri bakımından değerlendiren kılavuzlar hazırlamaktadır. Özellikle yüksek risk grubunda yer alan yapay zeka uygulamalarının bağımsız kuruluşlar tarafından denetlenmesi ve belirli testlerden geçirilerek sertifikalandırılması, piyasa güvenilirliği açısından kritik bir adımdır. Böylece, yapay zekanın sonuçlarındaki önyargılar, algoritmik hatalar veya güvenlik açıkları çok daha erken aşamalarda tespit edilebilir ve gerektiğinde sistemin güncellenmesi veya kullanımının kısıtlanması sağlanabilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, federal düzeyde henüz AB’deki gibi kapsamlı bir çerçeve yasası benimsememiş olsa da farklı eyaletlerde ve çeşitli federal kurumlarda yapay zekayı ilgilendiren düzenlemeler yapılmaktadır. Özellikle tüketici hakları, veri güvenliği ve adil rekabet gibi konular, Federal Ticaret Komisyonu (“FTC”) tarafından izlenmektedir. Ayrıca Beyaz Saray’ın yayımladığı çerçeve belgelerde, etik ve sorumlu yapay zeka kullanımına vurgu yapılarak, federal kurumlara bu yönde iç rehberler ve düzenlemeler geliştirmeleri tavsiye edilmektedir. Çin ise, yapay zekayı stratejik bir alan olarak konumlandırmış olup, veri güvenliği ve algoritma yönetimi gibi konularda katı kurallarla desteklenen, devlet merkezli bir yaklaşımı benimsemektedir.
Bu farklı yaklaşımların ortak noktası, yapay zeka teknolojilerinin çoğunlukla sınır ötesi veri akışı ve uluslararası iş birliği gerektiren yapısına uyumlu bir düzlem oluşturma çabasıdır. Diğer bir deyişle, hangi ülkede geliştirilmiş olursa olsun, yapay zeka sistemleri ve uygulamaları küresel ölçekte birbiriyle etkileşime girebilmekte; bu da uluslararası standartların ve iş birliğinin önemini artırmaktadır. Dolayısıyla, sadece ulusal çerçevede değil, aynı zamanda uluslararası platformlarda da yapay zeka konusunun düzenlenmesi, gelecekteki olası uyuşmazlıkların ve etik ihlallerin önüne geçmek açısından zorunlu hale gelmiştir.
Bu düzenlemelerin yalnızca teknik ve hukuki yönlerini değil, aynı zamanda toplumsal değerleri (etik değerler vb.) de korumayı amaçladığına işaret eder. Yapay zekaya ilişkin mevzuatın hazırlanmasında; şeffaflık, hesap verebilirlik, insan onuruna saygı ve ayrımcılık yasağı gibi etik prensipler, yasaların temel taşı hâline gelmektedir. Bu kapsamda, yapay zekanın karar alma süreçlerinde kara kutu etkisini azaltmak, algoritmaların nasıl çalıştığını yeterli düzeyde açıklamak ve veri seti önyargılarını gidermek için çeşitli yükümlülükler getirilmektedir. Ayrıca, kritik alanlarda (örneğin ceza hukuku, sağlık, finans) insan faktörünün tamamen devre dışı kalmaması gerektiği yönündeki “insan denetimi gerekliliği” ilkesi hem etik hem de hukuki açıdan giderek daha fazla tartışılmaktadır.
Son olarak, gelecek perspektifi, yapay zeka teknolojilerinin hızlı yükselişini sürdüreceği yönündedir. Bu nedenle hukuki düzenlemelerin esnek, güncellenebilir ve geleceğe uyarlanabilir olması kaçınılmazdır. Mevcut düzenlemelerin, yeni risk ve fırsatlar ışığında gözden geçirilmesi, gerekirse ek mevzuat veya revizyonlarla güçlendirilmesi beklenmektedir. Aynı zamanda, çok disiplinli bir iş birliği yaklaşımının benimsenmesi hem düzenleyicilerin hem de uygulayıcıların yapay zeka alanında karşılaşacakları sorunlara kapsamlı çözümler üretmesini kolaylaştıracaktır. Böylece yapay zekanın yarattığı toplumsal ve ekonomik dönüşüm, temel hak ve özgürlüklerle uyumlu, etik prensipler çerçevesinde yönetilen bir süreç olarak şekillendirilebilir.
H. Türkiye’de Mevcut Düzenlemeler ve Politika Çalışmaları
Türkiye’de yapay zekâya ilişkin özel ve kapsamlı bir yasa henüz yürürlükte bulunmamakla birlikte, 2021 yılında yayımlanan Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi (2021-2025) bu alandaki temel hedef ve politikaları belirlemek amacıyla devreye alınmıştır. Söz konusu strateji, yapay zekâ teknolojilerinin Ar-Ge, eğitim, istihdam ve etik boyutlarına dair yol haritalarını ortaya koyarken; kamu ve özel sektöre de veri yönetimi ve ekosistem geliştirme alanlarında çeşitli görevler tanımlamaktadır. Ayrıca Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”), verilerin toplanması ve işlenmesi süreçlerinde yapay zekâ uygulamalarına da dolaylı bir çerçeve sunarak veri gizliliği, rıza ve veri minimizasyonu gibi temel ilkeleri güvence altına almaktadır. Tüm bu düzenlemeler, yapay zekâ alanında tematik bir çerçeve oluştursa da özel olarak yapay zekâ hukuku başlığı altında detaylı ve bütüncül bir yasal düzenleme henüz mevcut değildir.
Gelecekte Türkiye’de, özellikle yüksek riskli sektörlerde yapay zekâ kullanımının artmasıyla birlikte, sorumluluk paylaşımı, algoritmik önyargıların giderilmesi, etik denetim ve insan denetimi gerekliliği gibi konuların daha kapsamlı bir yasa veya mevzuat düzenlemesiyle ele alınması beklenmektedir.
Bu kapsamda, Avrupa Birliği’nin hazırladığı “AI Act” benzeri bir modelin ya da en azından mevcut mevzuatın yapay zekâ uygulamalarını açıkça kapsayacak şekilde revize edilmesinin gündeme geleceği öngörülmektedir. Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi’nde belirtilen eylem planlarının hayata geçirilmesi ve kamu-özel sektör iş birliğinin artırılması, Türkiye’nin bu alandaki hukuki çerçevesini daha da güçlendirerek yapay zekâ ekosisteminin güvenli, etik ve verimli biçimde gelişmesine katkı sağlayacaktır.
İ. Sonuç
Yapay zeka teknolojilerinin hızla yayılması ve kurumların bu teknolojilere büyük yatırım yapması, hukuk dünyasında köklü dönüşümleri beraberinde getirmektedir. Yapay zekanın karar alma süreçlerindeki rolü büyüdükçe, hangi durumlarda hangi tarafın sorumluluk üstleneceği sorusu giderek daha sık gündeme gelmektedir. Bu nedenle hem düzenleyici kurumların hem de sektör temsilcilerinin bu alanı yakından takip ederek proaktif önlemler alması büyük önem taşımaktadır. Yapay zeka uygulamalarını geliştiren mühendisler, hukukçular, etik uzmanları ve sosyologlar arasında çok disiplinli iş birliği sağlanması, teknolojinin hem teknik hem de hukuki boyutlarının en baştan itibaren göz önünde bulundurulmasını olanaklı kılmaktadır. Mevcut sorumluluk ve ürün güvenliği mevzuatının, yapay zekanın getirdiği yeni riskler doğrultusunda güncellenmesi ve açık, anlaşılır düzenlemeler oluşturulması da bu süreçte kritik bir ihtiyaçtır.
Ayrıca, yapay zeka kararlarının nasıl alındığı, hangi verilerin kullanıldığı ve hangi algoritmik yöntemlerin tercih edildiği gibi bilgiler, anlaşılır biçimde kayıt altına alınarak gerektiğinde denetime açık hâle getirilmelidir. Önemli veya yüksek risk taşıyan kararlarda, yapay zekanın tek başına karar vermesi yerine insan denetiminin devrede olması hem etik prensiplerin uygulanması hem de toplumsal güvenin korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşım, yapay zeka teknolojilerinin sunduğu faydaları en üst düzeye çıkarırken potansiyel zararları en aza indirmeyi amaçlamaktadır. İlerleyen dönemde, yapay zeka uygulamalarının daha da yaygınlaşmasıyla hukuki düzenlemelerin ve sorumluluk paylaşımının önemi daha da artacak, böylece etik kurallar ve hukuki çerçevelerin proaktif bir şekilde belirlenmesi giderek daha büyük bir gereklilik hâline gelecektir.
Saygılarımızla,
Özhelvacı & Partners
Comments